Merhabalar
Güzel bir pazar günü, güzel ve içten bir yazı ile tekrar birlikteyiz. Sitede sadece teknik konular olması yerine kültürel ve bilgilendirici konuların da yer alması gerektiğini düşündüğümden bu konuda saygıdeğer babam Hüseyin Zer’in kaleme aldığı bir yazıyı paylaşmak istedim. Sözü çok uzatmadan sizi yazı ile başbaşa bırakıyorum…
Keyifli okumalar…
—–
SAATHANEDE BİR GÜN
Buradaki saat kulesi nelere tanık olmamıştır ki…
Saathane deyince sadece saat kulesi gelmez aklımıza. Zaten bilenler bilir, saathanenin sadece saathaneden ibaret olmadığını.
Saathane civarı, gün ışımadan sabah ezanından önce ayaklanır. Sabah namazından çıkacak olan insanlara çay servisi yapabilmek için çok daha önceden ocaklar yakılır kazanlar kaynamaya başlar sonra da çaylar demlenmeye bırakılır.
İlk önce tek tük insanlar gelir. Kimisi hala geceden kalmıştır, uyumamak için büyük mücadele vermiştir. Uyumamıştır da sanki sızıp uyanmış gibidir. Yüzlerine baktınız mı anlarsınız senelerin yıpranmışlığını, yorgunluğunu; alınları dertten, kederden kırış kırış olmuştur. Bakmaya gerek var mıdır, feri sönmüş gözlerine…
Sabahın alacakaranlığında demli çaylarından bir fırt çeker, sonra da sanki içmek gibi değil de yercesine sigaralarından da bir nefes alırlar…
Kaç paket sigara biter de dertleri bitmez insanın…
Çoğunun kendisi için bir yananı yoktur, neden bu kadar çok sigarayı seviyorsun diye soranlara. “Benim için yanan bir tek o var” diyen Necip Fazıl üstad gibi.
Sabahları genelde gruplar halinde toplanılıp kahvaltı yapılır. Bir kısım insan da açlığını ve yalnızlığını simit ve çaydan çıkarır. Eskiden olsaydı ajans dinlenirdi topluca. Şimdi ise televizyon ve internet revaçtadır. Sonra da gazeteler okunur, yorumlar yapılır. Ayaklı gazeteler dinlenir.
Saathane civarındaki çay ocakları geçmişin hatıralarının konuşulduğu gelecekle ilgili hayallerin kurulduğu birer mekandır.
Yaş 70 olsa bile hayaller hep 20‘liktir. Çay ocaklarının vazgeçilmezi ise siyasettir. Yediden yetmişe herkes siyaseti çok iyi bilir. Yönetimi onlara bıraksanız kahveden bile yönetirler devleti.
Fetva almak isterseniz; masaların etrafında bulamazsınız, illa da sehpa ve oturak kenarı olacak. Öyle şeyler duyarsınız ki bazen, sanki cennette hiç yer kalmamıştır onlardan başkasına.
Hemen moral bozmayın canım. Başka tarafa kulak kabartın. Sadece Allah dediniz mi cehennem kapılarının kapatıldığını da duyabilirsiniz.
En güzeli de hayal kurmaktır. Nasılsa hayal kurmak için kimseye ihtiyaç yoktur. Suyun bile parayla satıldığı yerde hayaller çok bedavadır. Bazen gereklidir de. O da olmasa hayat nasıl çekilir ki. Bir de hayallerinizden uyandıranlar olmasa…
Dilenciler de buradan başlar günlük seferlerine. Kalplerinize hitap etmeyi çok iyi bilirler. Umutlarınızı üç beş kuruşa size satarlar. Zaten siz de hazırsınızdır bu alışverişe.
Hani bedavaydı hayaller. Canım üç beş kuruşun lafı mı olur sizin kurduğunuz hayal imparatorluğunun yanında. Verin sadakanızı. Sonra yine hayallere dalarsınız.
Bu mekanlarda kimi ev alır satar, kimi araba. Bolca da seyyar satıcı görürsünüz. Oradakilerin ne istediklerini iyi bilirler, hazırlıklı gelirler. Antika da vazgeçilmezidir Saathane’nin. Antika deyip geçmeyin. Saatlerden cep telefonuna tespihten çakmağa her gün yüzlerce antika el değiştirir.
Buradaki alışveriş mal alıp satmak değildir sadece. Ben de buradayım, hala işe yarıyorum, hala hayattayım demenin; hem insan için hem de antikalar için değişik şekilleridir.
Antikalar incelenirken, hani “biz hayatı tespih taşlarının arasında elimizden geçirdik” dercesine kehribar, koka, oltu taşı tespihler çekilir.
Zannetmeyin ki bu işin alım satımını yapanlar bir şeyden anlamaz. Kimisinin gözünde lüp vardır, kimisi de kulağına dayar omega, seiko, zenit, tissot, serkisof saatlerini. Çarkların arasındaki dans edişi duymak için.
Dupont çakmağı bir kere açıp kapatsalar onlar için yeterlidir, değerini anlamak için.
Antikaları bilirler de yeni teknolojiyi bilmediklerini sanmayın.
Cep telefonunun ilk çıkanlarını da bulursunuz burada, son çıkanlarını da.
O kadar hareketlidir ki Saathane; canlıların buluştuğu dinlendiği yer olduğu gibi, ebedi istirahatgaha çekilecek olanlar da buranın müdavimlerindendir.
İnsanlar bu civarda buluşmak için sözleşirler. Ama bazen çay ocağında buluşurlar, bazen de musalla taşında…
Beş vakit camiler dolup taşar. O kadar çok cami vardır ki Saathane civarında, zannedersiniz ki Samsun da namaz kılınan başka bir yer yoktur. Neredeyse her gün sala okunur. Cenaze namazı kılınır.
Dönüşü yok hiçbir gidenin dediğimiz yere hazırlıktır musalla taşları. Namaz ve helallik, sonra da mezarlıkta dualar…
Mevta üzerine atılan biraz toprak, sonra da dönüş. Hayat devam eder, gelsin çaylar. Sonra hep birlikte ahlar vahlar.
İşte bu kadar yakındır Saathane’ye, hayatın soğukluğu, ölümün sıcaklığı. Yoksa hayatın sıcaklığı ölümün soğukluğu mu demeliydim?
Bu civarda her zaman da normal ölümler olmamıştır. Rum ve Yunan halkı ayaklanmaları ve İstiklal Mahkemeleri sonucu bir sürü idam görmüştür Saathane ve çınar ağaçları.
İsterseniz bir sorun asırlık çınar ağaçlarına anlayabilirseniz, duyabilirseniz size çok şey söylerler.
Bu civarın bu kadar biliniyor olması tarihseldir aynı zamanda.
Aslında yapılan arkeolojik çalışmalarda bulunan eserler M.Ö. 5.000’lere kadar gider. Hangi medeniyetler kurulmamıştır ki Samsun ve civarında…
Karadeniz ile Orta Anadolu’yu birbirine bağlayan konumu ile Samsun müstesna bir yere de sahiptir.
Biz 13. yüzyıla gelirsek şimdiki Baruthane bölgesinde ve şu anki Saathane civarında iki ayrı ticaret ve yerleşim bölgesi oluşmuştur. Saathane civarında bulunan ve Anadolu Selçukluları tarafından kurulan bu bölgeye Müslüman Samsun bölgesi denirdi. Burada camiler, medreseler, mezarlıklar vardı. Ayrıca ticari faaliyetlerin yapıldığı mekanlar ve yerleşim bölgeleri bulunmaktaydı. Anadolu’dan Samsun’a kervanlarla mal gelir ve buradan sahil şeridine dağıtılırdı. Aynı şekilde sahil şeridindeki mallar da Samsun’a, oradan da Anadolu’ya gönderilirdi. Karadeniz kıyılarında doğru dürüst yol bile yoktu. Sahil şeridindeki bu geliş gidişler bazen hayvanların sırtında bazen de kayıklarla yapılırdı.
İşte saat kulesi olmadığı bu zamanlarda bile Saathane civarı her açıdan çok önemli ve büyük bir merkezdir. Önemli şehirlere modernleşme ve devletin varlığını, otoritesini göstermesi açısından saat kuleleri dikildiği dönemlerde 2.Abdulhamid Samsun’a 1886’da bir saat kulesi yapılmasını emreder. 1887 de tamamlanır. Törenlerle ve dualarla açılır. 1944 Ladik depreminde büyük zarar görür saat kulesi. Alınan kararla 1948’de yıkılır. Tam 30 yıl boş kalır Saathane, kule olmadan. 1977’de yeniden yapılır. Aslına benzemediği için tekrar yıktırılır. Şimdiki saat kulesi 2001’de yapılmıştır.
Saat kulesinin başına gelenler Saathane civarındaki yapıların başına da gelmiştir. Asırlarca ortada olan tarihi eserler yıkılmış, harap olmuştur. Hala ayakta kalan birkaç eseri de korumak ve çarpık yapıları temizlemek için Samsun Belediyesi tarafından çeşitli projeler yürütülmektedir. Yeni proje kapsamında birtakım iş yerleri yıkılsa da yine de aradığınız birçok şeyi burada bulabilirsiniz.
Ben birkaç gün burada dinleneyim diyene Şifa Hamamı da hazırdır, otelleri de.
Berberler de sizi daha yakışıklı göstermenin çabasını sarf ederler.
Elbisecilerden, varsa ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.
“Bu yüzük ancak bir insana bu kadar yakışır, sanki sizin için özel yapıldı” diyen kuyumcudan veya gümüşçüden de alışverişinizi yapabilirsiniz.
Telefoncusundan saatçisine, çantacısından ayakkabıcısına, hırdavatçısından av malzemelerine, elektrikçisinden su tesisatçısına, züccaciye satanından hac malzemelerine, oyuncakçısından bujitericisine, velhasıl her türlü malzemeyi burada bulabilirsiniz.
Ben yeni almayacağım derseniz ikinci el eşya satanı da buradadır. Tamirlik kırık, sökük, bozuk ne varsa tamircilerde bulunmaktadır.
İyi de birde kendimize bakalım derseniz… Evet hastaysanız; az ilerde hastane de vardır, sağlık ocağı da. Sonrasında ister her derde deva şifalı bitkiler satan aktarı da bulursunuz, eczaneyi de. Kafayı yemişseniz bu civarda manevi tedavisi yapılır, manevi tedavi ile düzelmiyorsanız size geçmiş olsun, akıl hastanesine götüren birileri her zaman vardır zaten. Oraya gittiniz mi, içeridekilerin mi yoksa dışarıdakilerin mi akıllı olduğu biraz karışıktır. Dışarıda bazısı “Allah yoktur” der, içerideki bazısı da “Allah benim” der.
Tabi birde Saathane’de sabah kısmetini arayan insanların bekleştiği amele pazarı vardır ki sabahın erken saatlerinde burada pazarlıklar yapılır ve çalışacağı yere gitmek üzere arabalara doluşulur. Ertesi sabah ise Allah Kerim.
İsterseniz birkaç adımda parklara oradan da sahile ulaşabilirsiniz.
Belediyede, kaymakamlıkta, bankalarda, postahanede işleriniz varsa buralar da Saathaneye yakındır.
Tekrar saathaneye dönersek… Sabah çayımızı içtik, istersek civardaki lokantalardan çorbamızı da içtik. Gazeteleri okuduk, siyasetimizi yaptık. Dini konular da da epey fetva alışverişi yaptık. Akşama kadar orada kalanlarla da selamlaştık. Artık eve dönme vakti. Eve erken gitseniz de fırça yersiniz geç de gitseniz. Eh, zaten buna alışkınsınızdır.
Hazır gelmişken evin hangi ihtiyacı varsa, bu civardan karşılayın bari derim.
İster tavuk but alırsınız, isterseniz kuşbaşı et. İsterseniz balıkçılarda hamsi sizi beklemekte. Ben hiçbirini sevmiyorum diyorsanız alternatifler bitmez.
Bakliyatından tutun da kahvaltılık Kayseri pastırmasının, Edirne peynirinin, Gemlik zeytininin her çeşidine. Sebzeden meyveye her aradığınızı bulabilirsiniz burada.
Telefonun kontörünü de hallettikten sonra isterseniz yola koyulabilirsiniz. Sakın
Trabzon ekmeğini unutmayın.
Bütün bulvarlara, otogara buradan ulaşabilirsiniz. Otobüs de var tramvay da. İsterseniz taksiciler de yolunuzu gözler.
İyi bunların hepsi güzel de dediğinizi duyar gibiyim, ya para… Eh akıl vermek bedava, parayı da siz bulun.
Giderken son bir bakış da saat kulesine ve çınar ağacına olsun. Yarın sabah yine buradayız inşallah. Yine çay ocakları bizi bekler, belki de musalla taşı.
Hüseyin ZER